Tifüsten Coronaya

Tifüsten Coronaya

Burada anlattığım, dünyadan ayrıldığında baş ucunda olduğum, birkaç günlük tedavisi sırasında anlattıklarının bendeki etkisi aradan geçen bir ömre rağmen değişmeyen bir meslek büyüğümden dinlediklerimdir. Sizleri bundan yıllar öncesine götüreceğim. Ankara Tıp fakültesi son sınıfta Kardiyoloji Kliniğinde öğrenci/intern olduğum sırada (1983 veya 84 yılı olmalı), hasta olarak yatan 80 li yaşlarında bir meslek duayeni ile tanıştım. Soyadı kanunu çıkınca doğduğu şehir olan Erzin soyadını aldığını anlattığını çok iyi hatırlıyorum. Evet Hıfzıssıhha kurumunun efsane başkanı Dr Niyazi Erzin Hoca’dan söz ediyorum.
Hatırladıklarım şunlardır: İstanbul Tıp Fakültesini bitirdikten sonra “ Rockefeller Vakfı”nın da katkılarıyla yurt dışına gitmiş ve bulaşıcı hastalıklar uzmanı olarak yurda geri dönmüştü. Geri dönmüştü diyorum zira Avrupa’da yetişmiş uzman bir hekim o günlerde dünyanın istediği şehrine yerleşir ve krallar gibi yaşar hem de savaştan, sefaletten uzak durabilirdi. Demek ki bursu nereden alırsan al, vatan sevgisi kalbinde bir yer etmişse, dönüp dolaşıp geleceğin yer ve hizmet etmekten en mutlu olacağın yer tartışmasız yine kendi ülkendir. Burs aldı diye kimse kimsenin esiri kölesi falan da olmuyor. Özellikle de tıp alanında en önemli gelişmeleri ülkemize getirenlerin hemen tamamının geçmişinde dünyadaki önemli tıp merkezlerinde eğitilmiş olmak vardır. Ben şimdi de yetiştirdiğim gençlerin eğitimlerinin bir safhası olarak mutlaka en ileri merkezlere gitmelerini teşvik ediyor ve onların gittikleri yerlerde geçimlerini sağlayabilmeleri için elimizin erişebildiği her bursa baş vurmalarına yardımcı oluyor, bu gençler geri dönüp ülkemize hizmet kalite çıtasını 1 milim yükseltince de büyük gurur duyuyorum.
1930 lu yıllarda dünyanın baş belası tifüs hastalığı ve kimilerine göre II dünya savaşının sonucunu tayin eden en önemli faktörlerden birisi Rusya muhasarası sırasında Almanların Doğu Ordusunda ortaya çıkan tifüs salgını. Tifüsün önemini çok iyi anlayan dönemin savaş meydanı görmüş yöneticileri Atatürk ve İsmet Paşa, Ankara’da Hıfzıssıhha Enstitüsünde tifüs aşısı üretimi için seferberlik ilan ediyorlar. Birbirlerinden farklı gruplara araştırma fonları sağlıyor, bir yarış başlatıyorlar. Bu araştırmaları yapanlardan birisi nurlar içinde uyuyan, rahmetli Hocamız Prof Behiç Onul. Behiç Onul Hoca bu araştırmalar sırasında kendisi Tifüs Hastalığına yakalanıyor ve ölümden dönüyor. Yerli ve milli aşıyı geliştirmek ise Dr Niyazi Erzin Hoca’ya kısmet oluyor. Türk ordusu savaşa girmiyor ancak girse bile en azından Türk askeri tifüs hastalığından kırılmayacak bir teknoloji düzeyine sahip daha o zaman. Bu üretim bağımsızlığı 1980 lere kadar da devam ediyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin birçok aşıyı ürettiğini ve bu aşıları ihraç ederek ülkemize hem stratejik güç hem de katma değer kazandırıldığını benim yaşıtlarım çok iyi hatırlar. Diyeceğim o ki, belki de o günlerde yaşıyor olsaydık, ilgili merkezler ve eminim ki o zamanki Hıffzısıhha Enstitüsü, bu yeni Corona virüsün aşısını imal etmek için inanın çoktan yolu yarılamış olurdu. Derler ya aynası iştir kişinin diye.. İşte kurumların da aynası iştir.
Derken ben de 1984 yılında mezun olur olmaz gittiğim bir Anadolu köşesinde kendimi ilçenin aşı kampanya sorumlusu olarak buluverdim. Amacım burada politik bir yazı yazmak değil ama, aşı kampanyasında kullanılan aşıları milyar dolarlık dış kredi ile satın aldığımız “açık seçik” bilinmektedir. Elbette bunun savunması da “yerli aşının çok pahalı ve üretiminin verimsiz olduğu vs. şeklinde yapılmıştır. O zamanki idarecilerimiz, o an için belki haklılardı ancak, ithal aşıya milyar dolarlık harcamalarla yapılan bu kampanyanın uzun dönemde yerli ve milli aşı sanayiine olan etkisini ya gözden kaçırdılar ya da görmek istemediler. Maalesef bizim mesleğin bazı özellikli yönleri var. Et ve Balık kurumu mezbahasını kapatıp 3-5 yıl sonra vaz geçtim deyip birkaç kasap bulup başka bir yerde yeniden açabiliyorsun ancak tıpta çalışan hele de aşı üretimi gibi karmaşık bir sistemi kapatıp yeniden lazım olduğunda bir daha açamıyorsun. Üstelik kartvizitlerine unvanlar yazarak hormonlu yükseltme ile ortaya çıkan neo-akademisyen modeli bu durumlarda fazla işe yaramıyor. Ve işte şimdi, 500 mikron çapında, kağıt filtrelerden bile geçemeyen, kafasına dökülen kolonyaya bile dayanamayan sersem, yağlı ve hantal bir virüs, neredeyse dünyayı esir alırken, belki de o zaman bilerek tasfiye edilen yerli aşı sanayimizi en çok özlediğimiz zaman geldi çattı. Şimdi her sabah gazetede yeni haberlerle uyanmaya başladık bile: Şu ülke virüsü kuyruğundan yakalayıp kafese tıktı, bu ülke ilaç icat etti, falanca ülke aşı denemesine başladı, sürüp gidiyor. Türkiye’ nin aşı ve ilaç pazarındaki harcamaları dünyadaki harcamaların binde yedisine denk geliyormuş. Gönül ister ki ilaç ve aşı satışında da en az bu kadarlık pay sahibi olalım ama hatalarımız ve sevaplarımız ortada!
Bu yazımı, yine birtakım burslarla, bugün aşı pazarının önderlerinden Pastör Enstitüsünde eğitildikten sonra ülkemize geri dönen ve 1940 larda Akçakale’de çıkan veba salgınının ülkeye yayılmasını haftalarca çadırda kalarak önlemeye çalışan, yine nurlar içinde uyuyan sevgili Hocam Prof Kemal Özsan’a ithaf etmeden geçemeyeceğim. Evet Kemal Hoca da yurt dışında eğitim görmüş ancak Akçakale veba salgınında kendisi veba hastalığına yakalanarak ölümden dönmüştü. Daha ilginci o öyle bir terbiyeden gelmekteydi ki, ölümden döndüğü, filmlere konu olabilecek bu hikayeyi, eline kıymık batmış da cımbızla çıkarmış tevazuu içinde bize anlattığı anları da unutmamız mümkün değil. Kim diyebilir ki, geçmiş yüzyıllarda veba, çiçek ve Tüberküloz, bugünkü corona’ dan daha az sıkıntı yarattı? Bugün aşı yapamasak da salgına direnme içgüdümüzün çoğu bence o nesilden aldığımız sosyal genlerden geliyor.
Sizlere birkaç portre sunmaya çalıştım. Rockefeller ve Pastör enstitüsü bursları ile yurt dışında eğitilmiş ve ülkelerine dönüp hizmet ederken canlarını hiçe saymış portreler. Yani bu Rockefeller ve Pastör enstitülerinde vatanseverlik dersi verselerdi acaba bu insanlar daha ne yapabilirlerdi ülkeleri ve insanları için? Bu insanların sanki suçlularmış gibi kitaplara listesini yazmak marifet olmamalı! Hani bir söz var dilimizde ..canı pahasına.. diye! İşte bu canı pahasına hizmet vermiş insanların, sırf yurt dışında eğitildiler veya beğenmediğiniz yerlerden burs aldılar diye töhmet altında kalmalarını ben içime sindiremedim. Keşke onlar olsaydı, keşke ülkem aşı ve serum üretmeyi sürdürüyor olsaydı..
Burada anlattığım, dünyadan ayrıldığında baş ucunda olduğum, birkaç günlük tedavisi sırasında anlattıklarının bendeki etkisi aradan geçen bir ömre rağmen değişmeyen bir meslek büyüğümden dinlediklerimdir.
- 0 312.428 6888
Paylaşın: